Arada Kalmış Yaşamlar

“arada kalmak

 adeta ortak bir yazgı gibi özellikle bu toprakların

 dört bir yanında sanki bir heyulaymışçasına

 çok uzun zamandan beri dönüp durmaktadır.”

Arada Kalmış Yaşamlar Göksel TİRYAKİ’nin Barak üzerine dördüncü kitabı. Bu kitapta da yörede örneklerine rastladığımız/rastlayabileceğimiz ki zaten çoğu gerçek karakterlerden öykünerek hikâyelendirilmiş, karakterleri konu alan bir kitap. Kitabın ana temasını ise “İnsan Öyküleri” olarak adlandırabiliriz. Özel yanı ise bir yörenin günlük hayatındaki insan çeşitlerini anlatmasıdır. Bunların yanında yazarın geçen yıllar içerisinde yazdığı anı ve denemeler, şiirler ve daha önce verdiği bir röportaj mevcut. Hikayelerin edebi bir yönü bir yana, hem onlar hem de diğer notların derin bir tefekkür ve konu alınan toprakların nasiplenmek isteyen herkese sunduğu bir irfanı içinde barındırmaktadır. Kitabın adı da bu durumun delillerindendir: “Arada Kalmış Yaşamlar”.

İnsanoğlunun ömrü her daim zıtların içerisinde seçim yapan bir tekâmül şeklinde devam eder. Günümüzde bu evrim hızını geçmişe nazaran arttırmıştır. Dün toprak kavgası, mal mülk derdi, çoluğu çocuğu baş göz etmek iken; bugün kariyer yapma, doyduğu yeri doğduğu yere tercih etme, yatırımı şehre kaydırma, yıllarca ulaşılmaz bir mesafede duran devlette bir kadro sahibi olma, sınavlara girme, torpil bulma veya torpillilerle mücadele etme şekline girmiştir. Gerek anlık herkesle buluşan bilgi akışı, gerekse kırsalın o ağır çekim zamanına karşı alarmlarla, trafikle mücadele içerisinde geçen hayat savaşı insanların davranışlarını, görgülerini, dünyaya bakışlarını değiştirmiştir. Yalnız gözden kaçırılmaması gereken bir nokta var: günümüz insanı eğer şehirde üçüncü göbeği devirmemişse bu sınıflandırmada arada kalanları temsil etmektedir.

Kimdir bu arada kalmış yaşamların sahipleri? Hani bayramlarda bütün İstanbul’un boşalıp kırk dakikalık yolu altı saatte geçip sılayı rahim yapmaya çalıştığı eş dost akraba, aile büyükleri var ya, işte onlar. Ve bir de bu yola revan olanlar. Pandemi dönemi bize tekrar gösterdi ki bizim şehir sakinlerimiz o kadar da şehirli olamamış, şehrin zorluklarına çareyi köyde bir yurt tutma şeklinde çözmeye çalışmaktadır. Söz; bu insanların arasında dünya telaşesinden sıyrıldığı anda eskilere, maziye gelir. Özellikle bizim yöre insanına bakın; konuştukları kişi ve olaylar tamamen bu kitaptaki karakterlere özdeş karakterlerin anı ve menkıbelerine döner.

Kitaptaki arada kalmış yaşamların hepsinin ortak yanı rutinin dışında bir işin başlarına gelmesi ve bununla hayatlarının değişmesidir. Doğru, kurgunun ana metodu budur, söz konusu karakter olağan hayatında bir anda farklı bir durumla karşılaşınca geri dönülemez bir yola girer, ancak hayatın kendisi de böyle değil midir? İnsanı var eden şey arasında kaldıkları, yani tercih ettikleri değil midir? İnsan tercih ettiği ve tercih ederken doğruyu bulduğu nispette  kendine bir şeyler katar. Bir yörenin, ki bu yöre gerek coğrafyası gerek ihtiyaçları gerekse sosyokültürel yapısıyla baskın karakterdedir, insanlara temel düzeyde sundukları ve bu insanların onu aşarak yeni dünyaları görme çabası. Kimisinin bu çabayı verirken yorulup tökezlemesi, kimisinin ona düşmanlık yapması. Kitabın özeti bana göre budur.

“Toplum ve bireyler olarak ‘arada kalmak’ konusu ile daha çok uğraşacakmışız gibi geliyor bana. Umarım, en kısa sürede, ülkemiz ve insanımız için sağlam ve düzgün yollardan sıhhatli ve tutarlı bir yöne ve hedeflere gidebiliriz.”

Kitabın önsözünden aldığım bu teze ise genel olarak katılmakla beraber “arada kalmak” ile uğraşının bir olumsuzluk durumu olmadığı kanaatindeyim. Bana göre arada kalmak bir zenginliktir. Hani klişe bir söz vardır son günlerde sık tekrarlanan: “Coğrafya kaderdir.” Diye. Klişeler çoğu kez gerçek önermelerdir. Yaşadığımız memleketimiz arada kalmıştır. Doğu ile Batı, İslam ile Roma, gelenek ile çağdaşın arasında bir yerlerde kendine konum bulmaya çalışmaktadır. Coğrafyanın kaderi bu olunca coğrafyanın mensuplarının kaderi de bir izdüşüm neticesinde bu şekilde olmaktadır. Nasıl ülkemizin bu vaziyeti çatışma unsuru olarak düşünülmeyip zenginliği getirmekteyse insanımız için de aynısı geçerlidir. Arada kalmak her zaman kötü değildir, kötü olan ayağını nereye atacağını bilmemektir. Köy ile şehrin, geçmiş ile geleceğin çatışmadığını, birbirini tamamlayan zenginlikler olduğunu anladığımız ve bu doğrultuda yaşadığımız müddetçe yol alacağımızı düşünüyorum.