Bir Neslin Romanı

Anadolu gencinin öyküsü ne derece yazılmıştır? Yazıldıysa ne kadar okunmuştur? Eksikliğin sebebi hikmeti nedir? Dünün gencinin, bugünün gencinin, hatta yarının gencinin… Edebi dünyamızda en büyük eksik desek yeridir belki de.
Geç algılamış olsam da şahsıma göre entellektüelliğe doğru adım atma peşinde olan kişi meseleye evvela edebiyatla girmelidir. Özellikle de romanlar… Tabi ki her romanın toplumsal bir ayna olabileceğini iddia edecek değilim. Fakat bir romanı zaman ötesine taşıyan temel özelliği ayna oluşudur. Büyük klasiklerden anladığımız budur gördüğümüz kadarıyla.
Her ne kadar “Bizim romanlarımız, şarkılarımızdır.” demiş olsa da Yahya Kemal’in bu tespiti ramanın tüketici popülerliği içerisinde gözden kaçmaya mahkum olmaktadır. Şiirimiz de, şarkımız da türkümüz de anlık tüketim dolayısıyla üstadın belirttiği algıyla düşünülmemektedir.
Fakat bizim kendi romanımızın sayısı az olduğu için henüz bu alan yıllardır nadasa bırakılmış tarla mesabesindedir. Türkiye’nin yüz yıl öncesinin dönüşümleri anlatılmıştır. Tekniği zayıf, fakat sosyolojik önemi güçlü romanlar dönem bilgisini yeterli şekilde vermektedir. Bu harmandan un dahi elde edilmiştir. Değirmencilerin en büyüğü de Cemil Meriç olmuştur.
Ellili yıllara kadar yine toplumu anlatma misyonunu romancılar taşımaya devam etmiştir. Hatta süreyi Tutunamayanlar’a kadar uzatabiliriz. Esasen Oğuz Atay eserini yazdığı vakit dil ve teknik olarak Türk romanı yüksek seviyelere varmıştır artık.
Fakat bu süreye kadar yazılan romanların tamamı İstanbul merkezli olmuştur. Edebi ve sosyolojik yönü güçlü romanlar bize Anadolu’dan ziyade İstanbul’un derdini anlatmakla kalmıştır. Anadolu’ya uzak bir aydın kitlesinden midir, yoksa İstanbul’un efsunundan mıdır bilinmez Anadolu şehrini anlatan romanlar ihtiyaca cevap verir nitelikte olmamıştır. Güzel romanlar çıkmasına rağmen köy anlatılmakla kalmış, köyün dönüşümü asla kavranamamıştır.
Mesele ihtiyaç olduğu için açığı sinema kapatmaya talip olmuştur. Yüz yıl öncesinin romanıyla sinemayı aynı felsefe de konumlandırabiliriz. (Fakat edebi kısım konusunda asla yanyana değildirler.) Felsefe olarak bu açığı 70’lerle beraber “Kibar Feyzo, Banker Bilo, Züğürt Ağa” gibi filmler kapatma derdine düşmüş, ancak sinemanın doğası gereği hitap etmesi gereken ticari kaygıların da gereksinimiyle komedi merkezli anlatmış, köylünün şehir görenleri de ekseri kurnazlık peşine düşmüş bir tiple sergilenmiştir. Filmlerin eleştirisinin başka bir yazı konusu olması gerektiğinden bu tür köyden kente (aslında İstanbul’a) göçü anlatan filmleri de Anadolu’yu anlatanlar olarak kabul edelim.
Fakat bir konu var ki ne edebiyatta, ne sinema da kendine yer bulabilmiş, irdelenmiştir. Okuyan köylü çocuğu… Birleştirilmiş sınıflarda ilkokulu, ilçede ortayı, ilde liseyi, Ankara ya da İstanbul’da üniversiteyi okuyan köylü çocuğunu… Biz mi denk gelmedik veya gerçekten mi kimsenin aklının ucundan geçmedi bilemiyoruz. Bahsettiğimiz nesil ağırlıklı olarak 50-75 arası doğumlu olanlardır. Evet, şu kilometrelerce yürüyerek ilkokula, sıpa sırtında ortaokula, yatılı olarak liseye, bir kat kıyafet ve tek ayakkabıyla üniversiteye giden memleketin her yöresinden köylü çocukları. Şu olaylı yılları gören, darbenin yıkıcı etkisine uğrayan ya da kılpayı yırtan, darbe sonrası Özal liberalizmini tadan nesil. Onları hepimiz tanımıştır. Bizden önceki nesildir. Ekserisi Ankara’da memur, bürokrat olmuştur. Kafası ticarete eren kısmı ulusal ve küresel şirketlere yönetici olmuş veya kendi işinin peşine düşmüştür. Kimi doktor olmuştur, kimi profesör, kimi mühendis, kimi sanatçı. Bunların içerisinde memlekete milletvekili, bakan başbakan olanlar olmuştur ve meclisin büyük çoğunluğu dahi bu nesildendir.
Bugünkü Türkiye’yi anlamak… Bu nesli anlamaktan geçer kanımızca. Ankara’nın tamamı bu nesildir, İstanbul’da da büyük çoğunluğu sağlamışlardır. Diğer büyüklü küçüklü tüm şehirler eski yerli zenginleri hariç tamamen bu neslin etkisi altındadır. Düşündükçe ve yazdıkça insan neyin eksik olduğunu daha da idrak edebiliyor. Anadolu’nun dönüşümü ne klasik romanda; ne de postmodern romanda kendine yeterli yer bulamadığı gibi bahse konu nesil tamamen fotoğraflanmadan kalmıştır.
İvan Gonçarov’un büyük bir eseri vardır. Dünya için değil ama Türkiye için Rus Edebiyatı’nın en büyük eseri olarak görülmesi gereken bir eser. “Oblomov”. Rus toplumunun dönüşümünü tek karakter üzerinden o kadar dolu ve genelgeçer önermelerle anlatmıştır ki insan hayret ediyor. Sanki Anadolu görünüyor romanda. Şehir hayatının dinamizmini ve çalışma aşkını anlatan Alman karakter ve şehirde dahi köydeki doğal zamanı ve aşırı yavaş değişmeyi, değişmemeye özlemi anlatan “Oblomov” karakteri. Oblomov’un bu zorunluluklara ayak uyduramaması ve beceremedikçe eskide kalmak için direnmesi. Tavsiyeden ziyade okunması muharrirlik iddiasında olanlar için zorunlu bir kitap.
Bizim derdimiz ise memlekette bu kadar Oblomov var iken, kentli yaşama entegrasyonda bu kadar sıkıntı yaşayan bireylerin varlığına rağmen bir Oblomov yazılmamış olması. Üstelik neslimiz Oblomov’dan çok daha büyük kırılmalar görmüş ve görmeye devam etmektedir. Dileriz bu dertte bir kitap görmek bize nasip olur.