Geçmiş Gelecekten Daha Uzak

Sosyal medyanın sağladığı olanakları kullanırken nedense her zaman kendimi birkaç video sonra nostalji kovalarken bulurum. Bana iki şey geçmişi çok keskin haliyle hatırlatır: yıllardır dinlenmemiş bir ezgi ya da bir koku. Resim dahi o etkiyi göstermez. Çünkü resim ezgi ya da kokuyu anımsatmak için aracıdan öteye gitmez. Kim bilir; belki de bana hastır.

Yine yazıyı yazarken geçmişten kalmış bir şarkının ezgisi telefondan yükseliyor. Şarkının Youtube’a yüklenme tarihi ise dumura uğratacak cinsten. 6 Kasım 2006. az daha beklesem on üç yıl olacakmış. Zaman gerçekten çok acımasız.

Geçmiş gelecekten daha uzaktır her zaman. Zaman dediğimiz kavram adil olmadığı için gelecekten yanadır. Bize geleceği yaklaştırırken geçmişle ise sürekli aramızı açmaya çalışır. Her anını hatırladığımız bir dilimi dahi yavaş yavaş hafızamızda azalır; en sonunda sadece siluet olarak beynin dehlizlerinde küçük bir yere yerleşir. Belki de insan için bir nimettir bu; ket vurmayı engelleyerek güne devam etmemizi sağlar.

Özlemek denen şey de geçmişin çocuğudur. İnsan uzak olduğu için özler ve her uzak bir geçmiş değil midir? Anılar, beraber atılan kahkahalar, küslükler, maceralar, dertleşmeler, aşk acıları, gezmeler, piknikler… Bazen bayram öncesi alınmış yeşil bir oduncu gömleği, bazen alınması üzerinden on dakika geçmeden gül ağacına değerek patlayan bir plastik top.  Bazen dedeyle gidilen bir tarla; bazen babanın eve getirdiği bir tatlı, bazen ise anneden yenilen bir dayak. Hiçbiri geri gelmeyecek olan hatıralar geçidi… hepsi geçti. Ömür sahnesinde kendilerine ayrılan sürelerini doldurup dimağda hoş bir tat bırakarak bir daha dönmemek üzere geçtiler. Hiçbirinin yaşarken kıymetini bilemedik çünkü hiçbirinin dönmeyeceğini düşünemezdik ki! Dönmeyecekler. Ne o anlar dönecek; ne de o anları yaşadığımız insanlar dönecek. Çünkü anlar gitti; insanlar da başka insanlar oldu. Ki buna biz de dahil. Hayat her birimizi; anne, baba, eş, çocuk, kardeşler, dostlar ve arkadaşlar demeden herkesi kendi iklimine uygun hale getirmeye zorunlu kıldı. Herkes kaderin ona biçtiği rolü giymek zorunda kaldı. İşte bu yüzden gittiğiniz izinlerde baba ocağınızı, mahallenizi veya köyünüzü eski halinde bulamazsınız. En samimi arkadaşlarınızla buluştuğunuzda eski tadı alamazsınız. Çünkü hiçbiri bıraktığınız gibi değildir. Aranıza zamanın koyduğu geçmiş girmiştir. Hem de geçmemek üzere…

Bazen ise nostalji yapma amaçlı planlar yapılır. Konsept her şeyin eskisi gibi olması üzerinedir. Ne acı bir hevestir o öyle? Önce ekipten illa birilerinin hayatın dayattığı zorunluluklar yüzünden katılımı mümkün olmaz. Bir başkası çok uzaktadır, ötekinin çocuğu hastadır, bir diğerinin misafiri gelecektir. En başkası –ki bu ekipte yer alan diğer elemanlara göre daha realisttir- bilir ki o tren kaçmıştır, olmazlanır. Sonuçta minimum bir sayıyla toplanılır. Eski hatırlanılır, gülünür, eğlenilir ancak eski yaşanamaz.

Ailede de durum tam olarak böyle olur. Hele dışarıda olanlar büsbütün unutulmuştur. Uzakta yaşayan aile eşrafının en gariban insanıdır. Çünkü aile, sülale, köken gibi bağların kopuşunu pek görmemiş ve hâlâ çoğu şeyi eskisi gibi zannetmektedir. Bu yüzden de izinlerinde hevesle koşarak gider. Fakat birkaç gün sonra o bir yıl beklediği mekan ve insanlardan kendisi sıkılmaya başlar. Herkes orada gibidir ama aslında hiç kimse yoktur. Çünkü herkes Bâtıni anlamda çoktan veda etmiştir eskiye ve uzaktaki garibanın kendi dimağında yaşattığı o insanlar çoktan geçmişte kalmıştır. Sebebini sorup durur kendine, huzursuzlanır ve bulamaz. Zamanın acımasızlığını bilse idi  bulabilirdi belki de.

Bu sebepler yüzünden geçmişte yaşamak hastalıktır, çok yanlış bir ameldir. Geçmiş insan için hatıralar yumağıdır. Arayacağımız bir tat değil; hatırlayacağımız güzel günlerdir. Nostalji yapabileceğimiz; ancak onda yaşayamayacağımız hatıralar geçididir. Tıpkı bir film, bir şarkı gibi. Günü ve günün bize yaşattığı hayatı unutmadan geçmişi yaşamaya devam.