Kitap Tanıtımı-Bozkırdaki Çekirdek

Bir romanı büyük yapan sadece sanatsal oyunlar, esaslı bir olay örgüsü müdür? Bence değil. Romanın ıstırabı olması gerekir. Büyük eserlerin en öne çıkan yanları bir derde sahip olmaları ve bunu cesurca dile getirmeleridir. İşte Bozkırdaki Çekirdek tam da böyle bir eser.

Klasik bir Kemal Tahir romanıdır. Gerek romanın geçtiği mekandaki insanların gündelik yaşamlarını, alışkanlıklarını yaşatması; gerekse mekan ve zaman ikilisinin olaya doğrudan etkisini anlatabilmesi açısından çok kıymetlidir. Bozkırdaki Çekirdek’in konusu Köy Enstitüleridir. Evet, roman Cumhuriyet Tarihimizin bu en az tartışılan konusuna ortadan giriş yapmıştır.

Yayınlayan

Roman Kemal Tahir’in telif hakkını elinde bulunduran İthaki Yayınları tarafından basılmaktadır. Yayınevinin yazarın adına ve şanına yakışır bir tasarımı var. Kitap kapaklarının albenisini pek tasvip etmem ama büyük yazarların kitaplarına özgü ve bakınca “onun” diyebileceğiniz bu sade ve şık tasarım oldukça hoşuma gidiyor.  Açık renkte gri bir kapak ve ön yüzde yazarın bir portresi.

Olay Örgüsü

Roman’ın olay örgüsü İkinci Dünya Savaşı döneminde, bir grup eğitimcinin Kastamonu, Çorum ve Çankırı’nın kesişme noktasındaki Keşişdüzü’ne köy enstitüsü kurması için yola çıkıp, Enstitü kuruluşunda, öğrenci alımında karşılaştıkları zorlukları anlatmaktadır. Kemal Tahir’in ustaca kullandığı sahneleme tekniği ile eğitimcilerin, enstitünün öğrencisi çocukların ve yerel halkın dünyalarına yeterince nüfuz edebiliyorsunuz. Ayrıca roman bu üç grubun içerisinde de memleketin dönem insanının çoğunu da resmetmektedir. İdealist bir öğretmen, zengin ailede yetişmiş ve ülke sorunlarından bihaber doktora öğrencisi, her şeyin mevzuata uygun olmasını isterken bir yandan da ikbal kaygısıyla üstlerin kulağına kötü bir şey gitmemesi için çırpınan yönetici, idealizmi çoktan terk etmiş görevlerini alışkanlık rutinine indirgemiş umutsuz müfettiş, ezilmiş çocuklar, “Bozkır’ın Çekirdeği” olabilecek cevherde cevval çocuklar, enstitüye kitle psikolojisi ile katılanlar, kötü alışkanlıkları olanlar, şark kurnazı tüccarlar, üfürükçüler, kişiliği olmayan korucalar, ağanın tasallutunda kalmış muhtarlar… .okurken not olmadığım bu karakter çeşitliliğini bir anda yazabildim. Demek ki yazar gayet başarılı olmuş sahnelemede.

Bu sayıda karakter çeşitliliği haliyle çok fazla çatışmayı da beraberinde getiriyor. Bürokrasi içinde, eğitmenler arasında, çocuklarla ilişkilerde, çocuklar arasında, esnafla, bağnazlıkla, doğayla, köylüyle, kasaba halkıyla ve ağayla… onlarca çatışma üzerine kurulmuş bir roman için en iyi olay örgüsü elbette sahneleme olacaktı. Zira basit bir kronoloji takip edilerek bu romanın üstesinden gelinemezdi. Yazıldığı 1962 yılındaki genel modanın dayattığı “sınıfsal köy/kötü ağa-iyi maraba” anlayışına bu romanda da karşı çıktığını görüyoruz. Anadolu insanının geri kalışı/bıraktırılışının sebeplerini ve bunda hem yöre halkının, hem de devletin suçlarını önümüze serer. Nitekim bu roman da çoğu eseri gibi başını ağrıtmış ve tartışmalara neden olmuştur. Çünkü romanda en ikna edici konuşan kişi olan müfettiş Şefik Ertem adeta yazarın kendi sesidir. Karaktere devletin Anadolu İnsanının içindeki cevheri gerçekten çıkarmayı isteyip istemediğini sordurur.

Eleştiriler sadece devlete değildir. Halka da sağlam eleştiriler vardır bu romanda. Köylü güzellemesi bırakılıp ciddi manada yöre insanının yanlışları ve zaafları ortaya konmuştur. Yakup Kadri’nin Yaban’ı kadar olmasa da halkın cehaleti ve geri kalmışlığı romanda yer almaktadır. Özellikle ağa üfürükçü Cinci Hoca’nın ilaç ve muskalarına olan şartsız imanları üzerinde çok durulmuştur. Ayrıca Cinci ve romanın diğer kötü karakteri Zeynel Ağa’nın arka planı da anlatılarak Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişte pek çok insanın nasıl her devrin adamı olduğunun ve bunların taşrada nasıl prim yaptığının bir örneği sunulmuş.

Köy Enstitüleri’nin bulmak isteği cevher örneği olarak da en çok gözümüze batan karakter Esef’tir. Küçük yaşına rağmen kısa sürede enstitü eğitmenlerine yol gösterici olmuştur. Gerek tufana yakalandıkları, gerek Murat Eğitmen’i almak için köye baskınları ve gerekse Emine öğretmenleri Cinci Hoca’nın elinden kurtarma anlarında ön plana çıkmıştır. “Sen bu köy işlerini bilmezsin öğretmenim” Anahtar cümle budur ve yazar birkaç yerde bu cümleyi söyletmiştir. Şefik Ertem’in itiraz ettiği ile Esef’in bu cümlesi aynı yere çıkar aslında. Köy insanını, köyün dinamiklerini bilmeden köyün değiştirilemeyeceği gerçeğini anlatmaya çalışır yazar. Tepeden inmeciliğin bu toprağın insanına faydası olmadığını, sitemin kendi devamlılığı için onları başka bir şeye dönüştürmeye çalıştığını iddia eder.

Nitekim romanın sonunda ilk ölen de Şirinköy’ün eğitmeni Murat olmuştur. Sistemin kendisi için dönüştürdüğü ancak köy kanunlarını unutmuş olan Murat.