Pazartesi Sendromu

pazartesi sendromu

Çoğu zaman çağın şımarıklığı ile zorunlu mesainin insana yük olması arasında kalır pazartesi sendromu. İşsiz ve vardiyalı çalışanlar için bir şımarıklıktan ibaret iken yine beyaz yakalılar için ise modern hayatın maruz kalınan külfetlerinden biridir. Zira insanlar sanayi devrimi sonrasında mesai mefhumu ile tanıştığından dolayı çalışma şartlarının iyileştirilmesi hala süren ve eksikleri olan bir gerçektir.

Pazartesi Sendromu Nedir

Peki, pazartesi sendromu nedir? Pazartesi sendromu modern hayatın iş takviminde hafta boyu çalışıp Pazar günü tatilinden sonraki ilk iş gününde işe adapte olamayanların bu adaptasyon sorunu ve işten soğuma hallerine verdikleri addır. Söz konusu durum klinik bir tanı olmayıp toplum nezdinde yaygınlaşmış bir kanı ve ruh halidir.

Pazartesi Sendromu Neden Olur

Bu ruh halinin ana sebebi herkesin hemfikir olduğu üzere tatilin çalışanlara yetmemesinden kaynaklanmaktadır. Sabah erken saatlerde başlayan mesai akşamüzeri biterken; hele de bazı zamanlar mesaiye kalınıyor veya büyükşehir külfeti olarak trafik çekiliyorsa hafta boyu süren mesailer insanları ister istemez yormaktadır. Beş ya da altı gün çalışılıp hafta sonu tatiline çıkılınca elde olan bir ya da iki gün yetmemektedir. İnsanlar bu kısa süre zarfında tembellik yapıp dinlenecek mi, evin bekleyen işlerini mi yapacak ya da çıkıp bir yerlerde hava mı alacak karar veremeyip tatil sonrası insanın en temel ihtiyacı olan dinlenmeyi de başaramayarak yeni haftaya başlamaktadır.

Bu şekilde başlayan hafta öncesi atılan yorgunluk da çalışanlara elbette yetmemekte. İnsanlar düzenli mesaiyle birlikte rutini de hayatın merkezinde görüyorlar günümüzde. Görmek zorundalar çünkü sistem o kadar çalışmaya rağmen çoğunluğu zar zor geçinecek kadar gelir sahibi yapmaktadır.

İşin gerçeği sadece gelirle de ilgisi yok bu işin. Çünkü gelir düzeyi yükseldikçe sendromun şiddeti de artmaktadır. Maslow’un hiyerarşindeki ihtiyaç piramidinde yukarı çıkılması, yani insanın temel ihtiyaçlarını gidermesi sonrası can sıkıntısı başlamaktadır. Sosyalleşme, hobi sahibi olma gibi orta ve alt gelir grubu için “lüks” olan gereksinimler orta üst ve daha yukarısı için yeni ihtiyaç olmakta. Bu ihtiyaçları karşılayacak maddi durum veya zaman eksiği de pazartesi sendromu olarak kendini göstermektedir.

Nasıl Atlatılır?

Pazartesi sendromunu nasıl atlatırız

Bu başlık altında elbette konunun uzmanı gibi ahkam kesecek değiliz. Zira her ne kadar tanı olarak konulmamış olsa da sendrom psikoloji dünyasında bir rahatsızlık olarak kabul görmüş durumdadır. Bizimki daha çok kendi meşrebimizce tavsiye vermek niteliğinde olacaktır. Sendromu atlatmanın bizce ilk yolu insanın kendine bir uğraş edinmesidir. Günümüzde hobi sahibi olmanın psikolojik rahatsızlıklara ve özellikle yaşlılık günlerine olumlu etkisiyle ilgili çalışmalar mevcut. Çeşidi ne olursa olsun; insanı rutinin dışına çıkaran herhangi bir şey ona psikolojik olarak olumlu olarak yansımaktadır. Yoğun geçen bir haftanın ortasında halı saha maçına gittiğinizi düşünün. Ya da çevrenizde tek tük de olsa gördüğünüz ve nasıl yaptığına hayret ettiğiniz sabah erken saatlerde kalkıp yürüyen insanlardaki pozitif enerjiyi. Bir el işi ile uğraşanın dünyasını…

Örnekler çoğaltılabilir. Sendromun bir tür masa başı hastalığı olduğunu düşünürsek fiziksel aktiviteye dayalı hobilerin daha iyi geldiğini, yine zihinsel olarak yıpratan işlerde çalışıyor isek el işi, okumak, yazmak gibi dikkatimizi başka yöne çeviren alışkanlıkların daha faydalı olduğunu müşahede ederiz.

Bana göre burada en çok uzak durmamız gereken ise ekran hastalığımız. Hepimiz uykuyu saymazsak günün üst üste iki saatini ekrana bakmadan geçiremiyoruz artık. Telefon, tablet, bilgisayara bakmak, bir şeyler izlemek alışkanlığı da geçerek hayatımızın bir parçası olmuş durumda. Dijital platformların televizyonu tahtından ettiği bugünlerde herkeste birer abonelik bir beyaz yaka ihtiyacına dönüşmüş vaziyette. Bizim burada yapabileceğimiz yanlış ise stresten ve bu tür can sıkıcı ruh hallerinden kurtulmak için günün önemli bir vaktini izlemeye ayırmak olacaktır. Çünkü günümüz film ve dizi dünyası senaryoları zihnimizi pasif veri alıcı olarak çalıştırır ve kolay kolay düşünmeye sevk etmez. Beyin herhangi bir motor güce ihtiyaç duymayıp sadece algılamakla görevli otomatik pilota bağlanmıştır. Hele bir de yanında abur cubur yiyip sindirim sistemimizi de mutlu ediyorsak işimiz daha da zor.