Memuriyette Onuncu Yıl

Bugün meslekte onuncu yılım. Dile kolay tam on yıl. Tempolu ve hızlıca geçmiş, kâh stresli kâh keyifli koca bir on sene. Memleketin sınır kapılarında yıllarca görev alıp sonunda deniz görmek ve artık yeni bir memur olmadığımızın kendi zihnimizce yüzümüze vuruluşu…

Daha dün gibi hatırlıyorum. Uzun bir yolculuktan sonra Trakya’ya, Keşan’a gelmiştim. Hava bizim oralarda hiç görmediğim kadar soğuk ve yerler karla kaplıydı. Tekel meydanında bir otele yerleştim. Ertesi gün dolmuşlarla İpsala’ya, oradan da kapıya giderek başlamamı yaptım.  Bu işlemler sırasında ilk gördüğüm ve tanıştığım insanlarla hala görüşürüm. Yeni bir dünyaya adım attığımın farkındaydım. Akranlarımın aksine işi biraz araştırdığım için az buçuk fikir sahibiydim.

İlk birkaç gün arşiv temizletildi bize ve bürokrasinin ne olabileceği bilinçaltımıza işlendi sanırım. Ardından merkezde aday memurluk ve meslek eğitimi aldık. Eğitim sonrası geldiğimizde en idealist yanımızla işe başladık. Kalabalık bir devreydik biz. İpsala’da da hatırı sayılır bir sayıyla başlamıştık. Hepimiz çocuktuk aslında başladığımız sıralarda. Sonra sonra hem mesleği öğrendik hem de hepimiz ihtisas sahibi olduk.

Altı yıl sekiz ayım Trakya topraklarında geçti. Memleketin en rahat insanlarının arasında geçen yedi yıl.  Ardından Gürbulak Gümrük Kapısı’na tayin. Gürbulak… Bizim meslekteki herkesin hemfikir olacağı şeydir ki orası en zor yerimizdir. Nitekim kolay geçtiği de söylenemez. Öyle ya da böyle üç yılı Ağrı Dağı eteğinde doldurup şimdiki görev yerimiz Dersaadet’e 2022 yazı itibariyle geldik. (iş bu paragraf zamanla her emeklisi yaklaşan memurun kafasına estiği üzre hayata tutunduğunu gösterircesine ilerde anı olarak yazılabilir mesela)

Her ne kadar her memur gibi ara sıra şikâyet etsem de işimi severim ben. Bu on yılda sayısız dost, arkadaş ve hatır kazandırdı her şeyden önce. Silah arkadaşlığının ne olduğunu, çoğu zaman iş arkadaşı sandığın kişinin sana ailenden daha yakın ve muhtaç olduğunu hissettirdi. Bazen nöbette kırılan iki yumurta, bazen hastane acilinin önünde sigara içerken, bazen yakalanan bir eşyanın başında keyiflice fotoğraf çektirirken… Bu anlar hep bu işin sadece ir memuriyet değil; insanın kendini ait hissetmesi gereken bir dünya olduğunu düşündürdü.

Bu dünyanın da diğer dünyalar gibi kendi iyi ve kötüleri, kuralları ve yasakları, yanlışları ve doğruları var elbette. Güçlü olmak için bilmek zorundasınız mesela. Kimle geziyorsanız bir zaman sonra o olursunuz. Yine zor zamanlar geçirirken birbirinizle daha sıkı kenetlenirken rahat görev yerlerinde gevşeme yaşıyorsunuz. Genç iken daha idealist ve orta yaşlarda daha verimli olurken; yaşlanınca kenar süsü muamelesi görüyorsunuz. Hangi gümrük idaresine giderseniz gidin; gittiğiniz yerdekiler huyunuzu suyunuzu bilerek size yaklaşacaklardır. Böylede bir bilgi akışı mevcut ve hakkınızdaki her şey amel defteri misali ortak akılda kaydedilir bir teşkilattır.

Bir güzel yanı da çok farklı milletlerden, yörelerden, geleneklerden ve sosyal statülerden insan tanıtması oldu. İş sayesinde çok gözlem yapma fırsatım oldu. Aşırı sosyal biri olmamama rağmen çoğu kez iletişim kurup insanların neler yaptığını, nasıl bir hayattan geldiklerini, güncel hallerini verdikleri beyanatlardan çözmeye, tahlil etmeye çalıştım. İşin aslı bu tahlil etme hevesi bir zaman sonra alışkanlığa da dönüştü. Hala da devam eder. Bazen işimize yaradığı da olmuştur elbet.

Bütün bunlardan ziyade çok fazla insan görünce anladım ki “Her insan bir kâinattır.” Sözü öyle alelade söylenmiş bir söz değildir. Binlerce çeşit insan, meslek, hayat, alışkanlık var. Herkesin başrolünde kendi oynadığı kusursuz bir hikâyesi var. Yine herkes bir başkasının hikâyesinde yan rol, figüran bazen de saf kötü. Kendi hayatımızda ne kadar önemliysek başkası için de o kadar önemsiziz. Ve bunla yüzleşmeye korkup önemli hissetmek istediğimiz anlar oluyor hepimizde. Üstelik bunun memur olmakla, bürokrat olmakla,  iş adamı olmakla, kaçakçı olmakla da hiç alakası yok. Bizsiz hiçbir şeyin güzel olamayacağını düşündüğümüz her an kendimizi önemli hissetmeye çalışmamız sebebiyle hissettiğimiz bir yanılsamadan ibaret.

İşimin bana zararları da oldu elbette. Evvela on yılda üçüncü kez yer değiştirdiğim için kurulu bir düzenim olmadı. En çok kalacağımız görev yerinde düzen kurmak için uğraşacağız işte. Uzun yollar ve yolculuklar kaderimiz oldu. Yetişilemeyen cenazeler, kaçırılan düğünler, yıllarca görülemeyen eş dost… Ve gittiğinde hiç kimseyi aynı bulamayış! Tabi bir de güvensizlik duygusu var. İşim maalesef benden insanlara çabuk güvenme duygusunu söküp aldı. Hemen inanmak meğer ne kadar da lüks bir his imiş? Kaybedince anlıyor insan. Sakin kalmak, çözümlemek, söylenene hiçbir zaman ilk anda inanmamak, hep şüphede olmak… İnsana yük olan alışkanlık ve huylar maalesef.

İşte öyle veya böyle devirdik memuriyette on yılı. Geriye baktığım zaman; ilk başladığım zihin yapısında mıyım, elbette değilim. Fakat ilk anın idealistliğinden henüz pek bir şey kaybetmiş de sayılmam gibi. En azından profesyonelliği öğrenince heyecanı ve enerjiyi daha iktisatlı kullanmayı öğrendik. Fakat gördüğümüz ve yaşadığımız bizi tepkisiz yapmadı değil maalesef.

Yine de değdi mi, keyif aldık mı, bence sonuna kadar!

“Memuriyette Onuncu Yıl” üzerine 2 yorum

  1. özet geçmişsin ama biz o satırların altının dolu dolu olduğunu biliyoruz. Emeğine sağlık.

    Yanıtla